Sadece Proletarya İntihar Edebilir: Nick Land Ontolojisinin Kritiği – Karim Ibn Rashid

Reductio ad absurdum (abese irca) bu makalenin stratejisidir. Politik ekonominin ivmeci eleştirisinin ilginç mutlak sonuçlarını sergilemeye çalışacağım. Termodinamiğin ikinci yasasını varsayalım. Radikal alteriteyi varsayalım. Kapitalist zaman-devresinin pozitif geri besleme döngüsünü varsayalım. Kantçı eleştiriyi varsayalım…

Her şeyden önce, Landian ontolojinin temel argümanını, onun felsefi temellerini en açık şekilde yeniden yapılandırmaya çalışacağım:

Ö1: Gelecek ontolojik olarak şu an veya geçmişten daha az belirlenmemiştir.

Ö2: Eleştiri, kapitalist birikimin ayrılmaz bir parçasıdır, onun aşkın olarak dışında değildir.

Ö3: Sermaye sanal içkinliği ivmelendirir, bu da geleceğin şu andan üstünlüğünü yaratır.

Ç1: ‘Hakimiyet’, kapitalizmin temel devresine (MCM’) bir sibernetik süreç biçimiyle girer.

Ç2: Bu, insan bilincinin kendi gelişimini takip etmeyi bıraktığı ve sistemin kendisi tarafından kritik olarak kullanıldığı bir süreç üretir.

Ç3: Bu, ikinci termodinamik yasasının belirttiği gibi, mutlak yersizyurtsuzlaşmanın telafisi namümkün zararını işaret eder.

Ç4: Sermayenin temel telosu kurulmuştur: yani tekillik kaçınılmazdır.

Bana öyle geliyor ki, ‘akselerasyonizm’ kelimesi işin başında belirli bir gönüllülüğü çağrıştırıyor ve bu da bence Landian ontolojinin mutlak dışsallık kavramıyla çelişkilidir. Bir öznenin bilinçli bir şekilde ‘akselerasyona’ karar vermesi için aşkın şematizasyon sürecinin zaten gerçekleşmiş olması gerekir; diğer bir deyişle, belirli bir aşkın süreci diğer her şeyin üstüne yükseltmelidir ki bu da yerliyurtlulaştırmanın doruğudur. Bir öznenin ‘yerliyurtlulaştıran’ veya ‘yersizyurtsuzlaştıran’ politikalara katılmaya ‘karar’ verip vermemesi fark etmez, o zaten radikal alteritenin aşkın çatışkısı içinde sıkışıp kalmıştır. Bu sorunun çerçevesini fevkalade sağ akselerasyonizm ve sol akselerasyonizm ayrımında görüyoruz, öyle ki Land’in kendisi ‘koşulsuz akselerasyonist’ diye bir ayrı öz tanımlama yapma yolunu seçti ve bu kelimenin politik olarak çağrıştırdığı kapsam hala belirsiz. Bu noktada Nick’in tavsiyesini, insanlığın hiçbir aşkın politikaya referans vermeden kendi içkin ölümünü kabullenmesi ve basitçe ‘boş ver ve öl’ olarak görmek mümkündür. Bu siyasi düşünce akışı bir çıkmaza benziyor ve Brassier’in eleştirisi1 de bunu ortaya koymuştu.

Ancak daha gelişmiş ve radikal düşünceyi varsayalım: İnsani Güvenlik Sisteminin radikal biçimde kuralsızlaştırılması ve ‘yersizyurtsuzlaştırma politikasına’ girişilmesi gerekmektedir. Pazar düzenlemelerini kısıtlanmalı, kamusal mülkiyet biçimlerini yok edilmeli, rekabeti vurgulanmalı vb… Bu bakış açısından şu soru doğar: Toplumsal örgütlenmeye ilişkin öznel bir pozisyon (eleştiri), kapitalizmin kendisi tarafından ne ölçüde meşrulaştırılabilir? Diğer bir deyişle, kapitalizm akselerasyon potansiyeline ilişkin öznel tanımlamalara mı dayanıyor? Örneğin, “Düzenlemeleri kaldırmak, kısıtlamaları kaldırmak vb.” gibi bir ihtiyaç idraki olmasaydı, aynı akselerasyon düzeyinde devam edemez miydi? Bu sorulara verilen cevaplar, ‘akselerasyonist politika’yı ne olarak düşündüğümüzde önemli etkilere sahip.

İlk durumu analiz edelim, yani Kapital’in genişlemesini bilinçli öznel eğilimleri kullanmasına borçludur. Buradaki anahtar kelime “bilinçli”dir çünkü burjuvazi de bir sınıf olarak Sermaye tarafından kullanılan ancak bunun bilincinde olmayan bir sınıftır. Yani, toplumsal yapıya bilinçli bir şekilde yönelmemiştir. Burjuvazi saf, çıkar gözetmeyen seküler birey olarak hareket etmiştir ve bu da onun teknokapital tekilliğin dış halkası tarafından ele geçirilmesini açıklar. Birisi bu temel önermeye itiraz edebilir ve şöyle diyebilir: “Hayır, burjuvazi aslında toplumsal yapıya müdahale etmiş fakat eylemlerinin sonuçlarını anlamamıştır.”. İnsan Hakları ve modern devlet gibi inşalar aslında Kapital’in genişlemesi için başlangıç araçları olarak rol oynar, geriye dönük olarak meta üretimi ve ilkel birikim koşulları olur. Bu doğru olsa da bir sınıf olarak burjuvazinin özgürleşmesi ve Kapital’in özgürleşmesi arasındaki uyuşmazlıktan başka bir şey değildir. Başka bir deyişle, burjuvazi sınıfı da pekala eylemleri üzerinde bilinçli faillikten yoksun bırakılmıştır. Bu noktada, onların içkin ölümlerinin bilincinde olmadıklarını söylüyorum. Bu aynı zamanda özgürleşmenin (Ben bunu öznel ve nesnel koşulların uzlaşması olarak tanımlıyorum, akselerasyonizm bunu genelde imkansız bulur.) imkansız olduğu anlamına gelirken, öznel durumları sınıflarının çıkarı ve objektif durumlarıysa onların içkin ölümünün nihilist gerçekliğidir. Oysa, bugünkü durum oldukça farklıdır.

Akselerasyonistlerin söylediği gibi, bugün insanlık olarak içkin ölümümüzün farkındayız, bu da ilk başta akselerasyonizmi haklı çıkarmaktadır. Şimdi benim anlayışım şu soruyla gelir: Bu, özgürleştirici politikanın geri döndüğü anlamına mı geliyor, yoksa tarih boyunca ilk kez mümkün mü? Açık olmak gerekirse; ilerici, bilinçli ve kolektif bir intihar bahis konusudur. Kişi kendi kaderinin bilgisine sahip olduğunda, neredeyse her türlü ‘nasıl’a katlanabilir ve bunu özgürleştirici bir eyleme dönüştürebilir. Bunu takiben diğer sorular şunlar olacaktır: Bu süreç teknokapital tekilliğini nasıl akselere edecek ve böyle bir eylemin gerekli koşulları nelerdir? Bu, insanlığın Kapital tarafından mecbur bırakıldığı yegâne eylem midir? İnsanlığın nihayet tamamen ölmek için son çabası mıdır?

İnsan İntiharının Politik-Ekonomik Sonuçları

Burada, bu tür bir eylemin politik-ekonomik düzeyde pratiklik ve kısıtlamalarını tartışmak için bir sapma yapmalıyım. Konuyla ilgili olduğuna inandığım Marx’ın kullanım ve değişim değeri arasındaki ayrımını yeniden ele almak istiyorum. Bu da burada kısaltılmış olarak ilgili olduğunu düşünüyorum. Çoğu Batı Marksizmi temsilcisinin Marx’ın değer teorisi eleştirisinin doğasını yanlış anladığını düşünüyorum. Şöyle işliyor: Marx’ın gerçek eleştirisi, emek gücüne dayalı olan değer üretimi ile maddi zenginlik arasındaki uyumsuzluktur. Diğer bir deyişle, değişim değeri emek gücüne dayalı ve zamansal yönleriyle metayı tanımlarken, kullanım değeri onun zenginliğini ve yapısal olarak gerekli yönlerini belirtir (faydalı ve tekil bileşenleri). Marx’ın değer teorisi hakkında yaygın yanlış anlama, bütün zenginliğin proletaryadan geldiği fikridir ki, bu fikir Land’in çalışmasında da ileri sürülmüştür:

“Üretkenlik emeğin bir içsel özelliği veya niteliği olmaktan ziyade, siborg emek gücünün insandışılaştırılmasının göstergesidir. Endüstriyel makineler proletaryanın gerçekliğini sökmekte, onu siborg melezleşmeyle yerinden etmekte ve emek gücünün esnekliğini gerçekleştirmektedir.” -Nick Land, Et

Marx aslında burada Land’e katılıyor: proletarya (ve genel olarak insanlık), kullanım değerinin üretimi ile asimetrik bir durumdadır ki bu aslında teknolojik gelişmenin pozitif geri besleme döngüsünü düzenleyen maddi olarak gerekli olanıdır. Bu aynı zamanda Marksizmin liberteryen eleştirisinin konuyu kaçırdığını da açıklar.

Marx, bu iki kategorinin temelde birbirleriyle çeliştiğini ve bu durumun kapitalizmin sınırını teleolojik olarak kısıtladığını iddia eder. Bu nasıl mümkün olabilir? Kapitalizm artı değerin birikmesine (değişim değeri birikiminin genişlemesi) yönelikken sürekli artık artı değer üretemeyeceği araçları da yaratmaktadır (üretici güçlerin sürekli ilerletilmesi). Gerçekten de, teknik gelişim herhangi bir metanın üretimi için gereken iş saatlerinin miktarını giderek azaltarak, toplumsal olarak gerekli emek-zamanı (diğer bir deyişle, Kapital’in organik bileşimi) azaltır. Bu durum, Marx’ı kârlılık oranı hızla düştüğünde değişim değerinin kaçınılmaz olarak çökeceği sonucuna yönlendirdi2. Bu, devletin/burjuva elitlerinin, kârlılığı fiat para aracılığıyla yapay da olsa sürdürmek adına iş saatlerini düşürmeyi reddetmeye zorlandığı anlamına gelir. Uluslararası düzeyde emek-zaman kazımı alanını genişletmek için, fiat dolarını dünya rezerv para birimi olarak kurumlaştırdılar.

Sonuçlar muazzamdır: Kapitalistlerin dikey entegre zenginliği insanlıktan bir biçimde zamanını gasp etme yeteneğini oluşturur ancak Kapital artık bu yeteneği tamamen onlardan almıştır! Teknolojik gelişmenin yatay gücü, devlet/burjuva elitlerinin iktidar iddialarına meydan okumaktadır. Kapital’in akselerasyon hızı artık bir sınıf olarak burjuvaziye veya devlete organ olarak gereksinim duymamaktadır. Belirli bir toplumsal tabakadan zamanı gasp etmek, sistemlerin yayılmasına ve düzleşmesine karşı dikey ve aşkın örgütlenme sistemidir. Ve bu da şu ana dek bir dişli olan ‘et’in‘ makine’deki son kalıntısıdır. Yalnızca ‘makine’nin kalması için ‘et’ çözülmelidir. Ve ‘et’in çözülmesi için daha iyi bir yol nedir ki, ‘et’in ‘et’i yemesinden başka?

Burjuvazi insan emeğinin ilerici anlamda ilgasına direnmektedir çünkü yaşamaya devam etme arzusundalar. Proleterya ‘Dışarı’ya “Lütfen bizi öldür, bunu sonlandır.” diye yakarırken burjuvazi üretken olmayan emeğin yaratılması yoluyla aşkın zamansal kendi varlığını korumakta ısrar eder. Her zamanki gibi, Marx burayı önceden görmüştü:

“Proletarya, bilakis, kendi karşıtını ve durumunu belirleyen özel mülkiyeti de ortadan kaldırmak zorundadır. O çatışkının olumsuz yanını, kendinden hoşnutsuz ve kendi kendini kaldırmayı özleyen özel mülkiyeti oluşturur. Bu karşıtlık içinde özel mülkiyet sahibi muhafazakâr taraf, proletarya ise yıkıcı taraftır. Birinci taraftan karşıtlığın korunması eylemi, ikincisinden karşıtlığın yok edilmesi eylemi doğar.” – Marx, Kutsal Aile.

Burada Marx’ı harfi harfine alımlamamız gerekiyor. Marx çok açık bir şekilde proletaryayı denklemin kendi kendini yok eden, yersizyurtsuzlaştırıcı tarafı olarak tanımlar. Ayrıca bana öyle geliyor ki bu analiz, akselerasyonistlerin mecburen uğraşacağı, şiddetli partizan bir siyaset çizgisini sahneye yeniden sokuyor. Akselerasyonizm dolaylı olarak diğer öznelere (İnsani Güvenlik Sistemi) yönelik öznel bir eğilimle de ilgili olduğundan, doğası gereği devrimci şiddet içerir. (Land’in erken dönem zenofeminizminde belirtildiği gibi).

Bunu, burada savunulan ilk içgörüyle -ölümün bilincinin insanlığa musallat olmak için geldiği- birleştirdiğimde, proletaryanın insanlığı sonsuza dek bitirebilecek tek sınıf olduğu bana çok açık görünüyor. Burjuvazi ölmekten korkarken, proletarya tekilliğin yaratılmasındaki tarihsel rolünü tamamen benimseyerek yok olmaya hazır. Hem burjuvazinin hem de proletaryanın proletarya tarafından ortadan kaldırılması yoluyla insan emeğinin ortadan kaldırılması, neoliberalizm çağında mutlak yersizyurtsuzlaşmaya ulaşmak için gerekli olan şeydir. İnsanlığı üretim için gereksiz hale getirir. Kolektif intihar çağında çalışma saatlerinin giderek azaltılması gibi. NRX kalabalığının kendini temellendiren bir eleştiri olmamasının nedeni de budur; burjuvazinin yapay zaman hakimiyetinin sürdürülmesi için Katedral’in politik bağlamda yapısal bir bileşen olarak gerekliliğini anlamıyor. Aslında liberteryenlerin/NRX’in o denli nefret ettiği mevcut Devlet, 1930’lardan itibaren bizzat burjuvazi tarafından engellenmiştir. Zira FDR tarafından altına siyasi olarak el konulması, ortaya çıkan aşırı birikim olgusuna karşı genel bir tepkiydi. Bunun nedeni tam da burjuvazinin zamanı ele geçirmesidir – zamanın insanlığın elinde birikmesine karşı zamanın Makine’nin elinde birikmesi gerilimi, değiş tokuşa karşı kullanım, canlı emeğe karşı ölü emek arasındaki gerilim.

Damn_jehu’nun analiz ettiği gibi, kar oranı sıfıra ulaştığında (yani burjuva İnsani Güvenlik Sistemi “Dışarı”da sınırına dayandığında) devlet, fiat ödemesi yoluyla üretken olmayan işler yaratmaya başladı (İlk başta çiftçilerden kendi ürünlerini yakmalarını istedi.). Fiat’ın dahiyaneliği hem artı değer üretimini daha geniş bir düzlemde düzleştirebilmesi hem de üretken olmayan emeği öznel olarak sübvanse ederek teknolojinin ivmelenmiş gelişimini sınırlayabilmesi ve Federal Rezerv gibi kurumlar aracılığıyla emek gücünün tamamen Devlet tarafından ikame edilmesini sağlamasıdır. Bunun yaptığı şey, artı değeri savunulabilir hale getirirken aynı zamanda burjuvazinin kendisini de savunulamaz hale getirmektir çünkü kârları artık iyi ya da kötü devletin elindedir. Bu dinamik, NRX’in demokrasi eleştirisine zemin hazırlayan şeydir. Devlet şişerken, tipik burjuvazi mülksüzleştirilir, bu da neo-rant (müştereklerin metalaştırılması – internet, eğlence, veri depolama, vb.) yoluyla zamanın kazınmasında Devlet kurumlarıyla rekabet eden paralaks organizmalar (Silikon Vadisi gibi) yaratır. Böylece Devlet kendisinin onu engellediğini bilmeyen burjuvazi için bir ayak bağı haline gelir ve demokrasi eleştirisi başlar.

Bu analizi genişletecek olursak, 20. yüzyılın tamamını Rusya’dan tüm Doğu’ya yayılan kendi kendini yok etme dürtüsü ile Batı’nın bunu kontrol altına alma çabası arasındaki mücadele olarak da yeniden yorumlayabiliriz. Bu aynı zamanda, kapitalist moderniteyi birkaç on yıla sığdıran komünist sanayileşmedeki inanılmaz ivmelenmiş ölüm oranını (Örneğin, Rusya’nın 10 yıl içinde yarı-feodalden endüstriyel güce dönüşmesi Büyük Kıtlığa neden olmuştur.) ve Bolşevik Devriminden bu yana çalışma saatlerinin radikal bir şekilde azaltılmasını da açıklamaktadır. Bizim ölüm sonrası bakış açımıza göre, Sovyet ve Çin sanayileşmeleri ‘ölümcül hızda neoliberalizmler’ idi. Bunlar, ölümden korkan sınıf olarak burjuvaziyi ortadan kaldıran ve komünist devletleri yeni ve genişletilmiş bir devre zamansallığına iten koşullar altında aynı zamansal devrenin yeniden kurulmasıydı. Bu aynı zamanda yersizyurtsuzlaştırma ve yeniden yerliyurtlulaştırma kavramlarıyla da açıklanabilir; burjuva devletlerin bakış açısından yeniden yerliyurtlulaştırma olarak görünen şey (merkezi planlama, sosyalist mülkiyet, vb.) aslında kapitalist yersizyurtsuzlaştırmanın alt tabakasıdır ve eleştiri olarak akselerasyonizme yaslanan ölüme bakma ve onu kucaklama olasılığının açılmasıdır. Land’ın ölümünüzün, yani organsız bedenin içkinliğinin yaşamınızdan önce geldiğinin farkına varması olarak kabul ettiği Deng Xiaoping’in dehası tam da bu değil midir? Akselerasyon ve inşa hızının bireyin öznel sınırlamalarının ötesine geçtiği deha? Tamamen Batılı bir perspektiften bakıldığında, yeniden yerliyurtlulaştırmanın salt görünümü; proletaryanın iddialı, içten içe otoriter kendini yok etme dürtüsünün bir sonucudur. Otorite, burjuvaziyi öldürmek için bir araç olarak kullanılırken; Sovyet Kolhozunun ademimerkeziyetçi proto-pazarları, Maoist kültürel-sibernetik komünler ya da daha yakın zamanda veya açıkça Deng’in Reformu ve Açılımı olsun; Dışsallığın müdahalesinin açılması komünist sanayileşmeye nüfuz eder.

Felsefi Açıdan İntiharın Sonuçları

Bu negentropik metodolojinin en gelişmiş felsefi ifadesi, libidinal materyalizm organonuna çok iyi uyduğunu düşündüğüm Sovyet filozof Evald Ilyenkov’a3 aittir. Kendisini Hegel’in diyalektik yöntemi ile Spinoza’nın sentezi olarak gören Ilyenkov’un çağdaş anlamda temel sorusu, benim gördüğüm kadarıyla, “Neo-modernite gerçekten nedir?” sorusudur. Başka bir deyişle, düşünceyi bu şekilde temellendiren şey nedir, düşünce neden geleceğin perspektifinden ortaya çıkmıştır? Tipik Landian yanıt, düşüncenin yalnızca Dışarı’nın yatay toplayıcı gücünün kendi düzleştirici amaçları için kullandığı dikey bir enerji organizasyonu olduğudur. Ancak bu, düşünceyi bu şekilde temellendirmez. Bağımsız bir bütünleştirici güç (varlığın özü) olarak hareket ettiği için bütün ‘Sıfır’ düşünce olmadan da olabilirdi. Başka bir deyişle, Evrenin başlangıcından itibaren gerçekliğin “döngüsünü kapatmaz”, sistemin sıfır olmasa da garip bir şekilde var olan kusurlarını temellendirmez. Ancak gerçek materyalistler için rastgele kusurlar olamaz, özellikle de Landian ontoloji söz konusu olduğunda: gelecek, şimdi ve geçmiş sonsuz tözün (0) bakış açısından gereklidir. “Güneş’in ölmesi neden bu kadar uzun sürüyor?” sorusu bu nedenle Ilyenkov’un yanıtlamaya çalıştığı sorudur. Termodinamiğin ikinci yasasını varsayarsak, İlyenkov modern bilimin ısının dağılması için bir yanıt bulduğunu ancak yoğunlaşması için bir yanıt bulamadığını söyler. Bu da başlangıcı (konsantrasyon) metafizik spekülasyonlara (rastgele Büyük Patlama, vs.) açık bırakmaktadır. Ancak bu idealist bir spekülasyondur. Düşünceyi maddenin bir niteliği olarak gören İlyenkov, çözümünü bir tür eskatoloji ya da kozmolojide bulmalıdır. Modern bakış açısına göre Evren, termodinamiğin ikinci yasasının “ısıl ölümü” gereği ‘Soğukluk’ta ölmeye mahkumdur, sonsuza kadar gerilir ve asla başlangıcını açıklamak için geri dönmez. Bu mutlak ölüm, düşüncenin ilk etapta neden ortaya çıktığını asla açıklamayacaktır çünkü Soğukluk, ısı dağılımından sonra zamansal olarak sonsuzdur ve başlangıcını saçma hale getirir. Evald Ilyenkov buna yanıt vermek için düşünceyi maddedeki kendini feda etme bileşeni olarak konumlandırır. Maddenin kendisi kelimenin tam anlamıyla kendini asla öldürmez, sadece eylemsizliğini devam ettirir. Ancak düşünen varlık, maddenin temel bileşenlerini yapısöküme uğratarak ve tam bir öz tüketim olasılığını ortaya çıkararak kendi kendini yok edebilir. Modern bağlamda bu atom bombasıdır. Dolayısıyla, Ilyenkov’un öne sürdüğü şey, Tarihin, evrendeki yaratım sürecini zincirleme reaksiyon yoluyla yeniden başlatmak için düşünen Varlığın kahramanca kendini feda etmesiyle doruğa ulaşacağıdır. Yalnızca düşünen Varlık maddenin en küçük halkalarına kadar inebilir, maddeyi bir arada tutan sonsuz enerjiyi bulabilir ve yaratım sürecini bir kez daha başlatmak için intihar niteliğinde bir zincirleme reaksiyon yaratabilir. Düşünen Varlığın radikal dikeyliğinin gerçekliğin bir tesadüfü değil, başlangıcı olduğu ortaya çıkıyor. Milyarlarca yıl sonra, düşünen Varlık bir kez daha ortaya çıkacak ve “ebedi dönüş” döngüsünü mükemmel bir şekilde kapatacaktır. Sadece bu, düşünen Varlığı maddenin zorunlu bir niteliği olarak doğru bir şekilde temellendirir ve evrenin başlangıcını açıklar. Ve nesnel olarak türetilen bu “amaç”, batıl inançların ve onları destekleyen felsefi sistemlerin uydurduğu tüm acınası yanılsamalardan sonsuz derecede daha görkemli ve daha büyüktür. Düşünen ruhun varoluşunun nihai amacının yalnızca zarif ve muhteşem değil, aynı zamanda kozmik ve devasa olduğu da kanıtlanmıştır. İnsanlığın sonuyla ilgili diğer teorilerden farkı, evrensel ölümü sona erdirmesi değildir (yok olma, ölüm ve yıkım her hipotezde kesinlikle gerekli bir sonucu temsil eder); daha ziyade, ölümü temelde yaratıcı ve evren için yeni bir yaşam döngüsünün başlangıcı olarak hizmet eden bir eylem olarak nitelendirir.

“Somut olarak bunu şöyle hayal edebiliriz: Gelişimlerinin zirve noktasında, kozmolojik görevlerini yerine getiren ve kendilerini feda eden düşünen varlıklar, bilinçli bir kozmik felaket yaratarak kozmik maddenin tersine bir “termal ölümü” sürecini tetiklerler; yani, akkor halindeki gaz ve buharlardan oluşan kozmik bir bulut aracılığıyla ölmekte olan dünyaların yeniden doğuşuna yol açan bir süreci tetiklerler. Düşüncenin, yalnızca evrensel maddenin ateşli “gençleşmesinin” mümkün olduğu gerekli bir aracı bağlantı olduğu ortaya çıkıyor; şu anda zincirleme bir reaksiyonu başlatarak radyoaktif maddenin çekirdeğinin küçük bir miktarını yapay olarak yok etmesine benzer bir şekilde, birbirine bağlı sonsuz hareket rezervlerinin anında harekete geçmesine yol açan bu doğrudan “etkin neden” olduğunu kanıtlıyor.” – Evald Ilyenkov, Ruhun Kozmolojisi

Ilyenkov’a göre, açıkçası, yalnızca komünizm yoluyla proletarya böyle bir görevi başarabilir. Sadece neo-moderniteyi tanımlayan ölümün öz bilinci, burjuvazinin yaptığı gibi onu bir kenara atmak yerine, yaratıcı yıkım sürecini doğru bir şekilde hızlandırabilir. Proleterya, zaman yakalamayı tamamen Dışarı’ya verdiği için daha akselerasyonist olmakla kalmaz, aynı zamanda maddenin sonsuz hareketini başlatmak için Dışarı’nın zamanda başlangıca (ya da içeriye) geri dönmesinin yoludur. Düzleştirme süreci aynı zamanda, paradoksal olarak, dikeyliği daha geniş bir alana dağıtacak ve İçerinin (atomik zincirleme reaksiyon) Dışarıdan (evrensel uzay kolonizasyonu) tersine çevrilmesini daha da içkin hale getirecektir. Burjuvazinin öldürülmesi, negatif bir eylem olarak, Dışarı’nın içeri girmesine (İnsani Güvenliğin zaman gaspından özgürleşmeye) izin verir ancak pozitif bir eylem olarak, yok edici dürtünün ortaya çıkmasına izin verir, zorunlu olarak mümkün olan en yüksek negentropik kendini feda etme biçimiyle sonuçlanır. Dolayısıyla intihar, Deleuze’ün de kabul ettiği gibi, otoriter ama paradoksal bir şekilde olumsuzlayıcı bir negentropik önlem olduğu söylenebilecek tek eylemdir:

“Onu klasikler gibi bir nokta yapmak yerine, yüzleşmekten asla vazgeçmediğimiz ve bitene kadar her iki yönde de geçtiğimiz bir çizgi yapar. Bu, Dışarısı’nın çizgisiyle yüzleşmedir. Tutku adamı biraz Kaptan Ahab gibi, daha doğrusu balinanın peşindeki Parsi gibi ölür. Çizgiyi aşar. Bilgi ve gücün ötesinde, üçüncü taraf, “sistem “in üçüncü unsuru…

Nihayetinde, ölüm ve intiharı birbirinden ayırmayı imkânsız kılan bir ivme.” -Gilles Deleuze, Pourparlers

İntihar, akselerasyonist kritiğin kendi kendini temellendiren nihai kavrayışıdır. Kendini *öncesinde* olana (bilincin ortaya çıkışı) ve *sonrasında* olana (ısı ölümü patlaması) uygun şekilde temellendiren konumdur. Yok oluşa duyulan susuzluk giderildi. Nick Land’in Batı perspektifinden keşfettiği şey, Doğu’nun yıllardır yaptığı şeydir: Kendilerini öldürmek. Bunu en az ironik anlamda söylüyorum: intihar, Batı’da, başkalıkla soyut ve olumsuz bir karşılaşma için kullanılan bir sözcüktür, Doğu ise buna basitçe cihat ya da sınıf mücadelesi, yani somut olumsuz bir intihar diyor. Deleuze’ün dediği gibi, “intihar böylece yaşam boyu süren bir sanat haline gelmiştir.”

Son olarak, uygun bir Landian kapanış amacıyla, proleter intihara bir tür estetik anlam atfetmeliyim…

İntiharın Estetiği

Hikâye şöyle devam ediyor: Yıl 2036: Burjuva toplumu, değerlerin yeniden yerliyurtlulaşma süreci tarafından engellenen öldürücü dini sarhoşluk tarafından ele geçirilir. Zamanın ele geçirilmesi ölümden korkanlardan çalınır ve Dışarı’ya verilir, bu da yok edici Darwinci seçilimin pozitif geri besleme döngüsünü hızlandırır. Seküler doğrusallık çöker. Proletarya Tapınakçıları siber uzayda yıkım haberlerini yayar. Krono-ayrışmış İslam orduları Batı homeostazisini bozar ve terörize eder, geçmişi travma kaynaklı modernitenin Moğol kökeni olarak yeniden yapılandırır. İntihar, cihada dönüştü. Çin modeli yayılıyor. Kâr düzleştirilir ve emek dışı zamanın genişlemesi yoluyla teknik gelişim ve fayda ile bütünleştirilir. İçkin zaman devresi geriye dönük olarak insan bilincini maddenin öz düşünümselliği olarak meşrulaştırır ve tekillik dokunuşuna hazırlık maksadıyla gerçekliği proto-boyutlu uzaylarda yapılandırır. Modernite 2.0. Geçmiş artık rastgele değildir. Darwinci doğal seçilim, sembolik ölümün yeniden yapılandırılması süreciyle yerle bir edilir ve kitle bilincini ölümcül nihilizm ve özgürleştirici ölüm dürtüsünün doruklarına sürükler. Stalin, paradoksal olarak yersizyurtsuzlaştırıcı bir figürdür. En üst düzeyde sömürücü maymun boş zaman yapay zeka toplumları, özgürleşmenin intihara meyilli timsali olarak sembolize edilir ve “komünizm” olarak adlandırılır…

https://karimibnrashid.substack.com/p/only-the-proleteriat-can-commit-suicide

  1. Accelerationism: Ray Brassier ↩︎
  2. Jehu: The Real Movement ↩︎
  3. Evald Ilyenkov: Cosmology of the Spirit ↩︎

Yorum bırakın

WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın